Sekine Bilalova Blogg Seyfesine Xoş Geldiniz
Şiir sözü, müzik sesi temel alan güzel sanatların iki koludur. Söz ve ses sanatın ikiz kardeşleri olarak değerlendirilmiştir. Sesin söze, sözün sese katılımı yepyeni güzelliklere ulaşılmasını sağlamıştır. Belki de ilerki yıllarda ses ve sözün birleşiminden yeni bir sanat dalının olabileceği tartışmaya açılacaktır.
Ses, ahenk, ritm, armoni, melodi şiir ve müziğin ortak ilgi alanıdır. Besteyle güfte uyumu bu beraberliğin en güzel yönüdür. Eskiden bestelerin güfte üzerine konumlanması şiirin müziğe karşı bir zaferi olarak gösterilmiştir. Ancak şiir, beste sayesinde yepyeni bir çehreye bürünmüştür. Bu sözümüze delil olması bakımından, Nihat Sami Banarlı "Dillerin bir ses güzelliği kazanmasında, sazlardan yükselen seslerin büyük tesiri vardır. Bu sesler zamanla hem kelimeleri hem de kelimelerle söylenen mısraıları musikileştirmiştir" ifadesidir. Şiirin kendine has ölçü, kafiye, redif, asonans, aliterasyon gibi unsurları, içinde ritmi barındırması müzik ve şiirin “ahenk” noktasında buluşmasını sağlamıştır. Şiirde kullanılan aruz ve hece ölçüsü ahengin oluşturulmasında önem taşımaktadır. Serbest olarak adlandırılan ölçü kullanılmayan şiirdeki ses derinliğini yabana atmamak gerekir.
Yahya Kemâl. Allah’a;
‘’Yârab ne müsâvâtı ne hürriyeti ver
Hattâ ne o yoldan gelecek şöhreti ver
Hep neşve veren aşkı terennüm dilerim
Yârab bana bir ses yaratan kudreti ver’’ diye dua etmiştir. O ne bahtiyar bir şairdir ki, duası kabul edilmiştir. Sözün içine gizlenmiş sesin sırrına ermiştir. Keşfettiği sesin sırrını şiirlerinde üstün bir estetik hâlinde ifade etmiştir. 56 şiiri bestelenen Yahya Kemâl, Türkçe’nin şiir dili olduğunu da güçlü bir şekilde ortaya koymuştur.
‘’ Dün kahkahalar yükseliyorken evinizden
Bendim geçen, ey sevgili, sandalla denizden
Gönlümle uzaklarda bütün bir gece sizden
Bendim geçen, ey sevgili, sandalla denizden
Dün bezminizin bir ezeli neş'esi vardı
Saz sesleri ta fecre kadar körfezi sardı
Vakta ki sular, şarkılar inlerken ağardı
Bendim geçen, ey sevgili, sandalla denizden ‘’ şiirinde sözle sesin birleşmesinden doğan ahenk, ruhlara bir başka duygu yüklemektedir. Ses ve sözün asıl cevher olarak kullanıldığı şiir ile müzik arasında çağlardan beri, çağlar ötesine gidecek bir yoldaşlık bulunmaktadır.
Sembolizm akımının öncüsü Fransız şair Stephane Mallarme, şiirle müzik arasındaki bağı şöyle açıklar: “Kendi yöntemleri ile ve dilden oluşturduğu kavramsal kullanıma kadar şiir müzikseldir. Müzik, kesinlikle bütünde var olan ilişkilerin birliği, uyumu olarak tam ve açıkça bakırın, telin, ağacın çıkardığı basit seslerden değil ama doruk noktasına ulaşmış zihinsel sözden kaynaklanmaktadır”
Ahmet Haşim, şiiri, sözle musiki arasında, sözden ziyade musikiye yakın olduğunu belirterek tanımlar.
Ozan-kopuz, âşık-bağlama, derviş-ney ikilemlerinde şiir ile müziğin iç içe girerek hemhâl oldukları görülür.
Dede Korkut, kopuz eşliğinde dua eder, yom verir:
‘’Yerli kara dağların yıkılmasın!
Gölgelice kaba ağacın kesilmesin!
Kan gibi akan görklü suyun kurumasın!
Kanatlarının ucu kırılmasın!
Kaadir seni namerde muhtaç etmesin!’’
Karacaoğlan’ın yeğnine çaprazlama sarıp dağ-bayır gezerek eşliğinde güzellikleri övdüğü, tezenesi teline dokununca âşıkların dillerinin çözüldüğü bağlamasının sesi, sözünün dert ortağıdır.
‘’Karac'oğlan der ki: Belim büküldü,
Ağzımın içinde dişim döküldü,
Nuh Nebî'nin haddesinden çekildi,
Saz çalmayan tel kadrini ne bilir?’’
Veysel’in dilinde bağlama petek, âşık arı, inleşerek ortaklaşa yapılan ürün ise baldır. Ve bağlama, Veysel’in tek sırdaşıdır:
“Ben giderim sazım sen kal dünyada
Gizli sırlarımı âşikar etme.
Lal olsun dillerin söyleme yâda
Garip bülbül gibi ah u zar etme
Gizli dertlerimi sana anlattım
Çalıştım sesimi sesine kattım
Bebe gibi kollarımda yaylattım
Hayali hatır et beni unutma”
Şiir, müzikle birleşince daha da güçlenir, etkisi artar. Ozan, baskı, âşık, abdal gibi değişik isimler alan ve bağlama ile çalıp söyleyen bu gezgin, gurbetçi kişiler, büyük bir kültürel gayreti de yerine getirmişler, Türk Milletinin kaynaşıp birleşmesini sağlamışlardır. Duru Türkçe ile söylenen şiirler, kültürel yozlaşmanın, yabancı dil egemenliğinin önüne geçmiştir. Göçebe topluluklar arasında, asker ocaklarında, sınır boylarında ilden ile, dilden dile Türkçe söylenerek kültürel bütünleşme aktarmalarla zenginleştirilmiştir.
Ahmet Caferoğlu, Türk coğrafyasıyla Türk milletinin müzik ruh ve zevkinin kopuzda birleştiğini ifade eder: “Hiç şüphe yoktur ki, her bir iptidai kavimde olduğu gibi, kadim Türklerin de kendi millî ruh ve zevklerini tatmin, millî nağmelerini terennüm etmeğe mahsus bir musiki âletine malik olmaları lazım gelirdi. Hele iptidai cemiyetlerde nazımla beraber, musikinin de aynı derecede rağbet bulması nazarı dikkati alınırsa, Sibirya yaylalarındaki göçebe Türk’ün, tabiat ilhamıyla vücuda getirdiği manzum mahsulünü, ezici ve monoton bozkırlarda, bir musiki aletiyle okşaması ve terennüm etmesi kadar tabiî hiçbir şey olamaz.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder